Asırlar öncesinden bir ahlâksız teklif ve sonucu:
Çocuğunuz hasta, borcunuz bini aşmış ve biri size maddi imkan karşılığında ahlaksız bir teklifte bulunuyor? Ne yaparsınız? İslamiyetten asırlar önce yaşanmış ve bugünlere ulaşmış bir hikaye bize tarifsiz ibretler sunuyor.
Çok eski devirlerde Kifl adında bir adam vardı. Kifl, ahlâkî ve insanî değerlere önem vermeyen, para kazanmak için her yolu meşru gören çok zengin bir adamdı. Zenginliğini de faizden elde etmişti. Dara düşen, ihtiyacı olan kimse kendisine geliyor, o da yüksek bir faizle geri ödenmesi şartıyla onlara para veriyordu. Vadesi geldiği zaman kişi parasını ödeyemezse bu sefer faiz miktarını daha da artırıyordu. Şayet yine ödeyemezse adamları vasıtasıyla o kimsenin bütün varına yoğuna el koyuyordu.
Bir gün, kapısına borç için bir kadın geldi. Bu kadın yakın zamanda kocasını kaybetmiş, namuslu, kendisini çocuklarına adamış bir anneydi. Bir süre, kocasından kalan şeylerle evini idare etmeye çalışmıştı. Ancak artık evde para kalmamıştı. Bunun için çalışması gerekiyordu. Bir yerde iş bulmak istedi; ama dışarısı dul bir kadın için çalışmaya müsait değildi.
Neden sonra aklına evde dokuma yapıp onları yakın bir arkadaşı vasıtasıyla satmaya karar verdi. Bunun için bir dokuma tezgahına ihtiyacı olacaktı. Tezgahı alabilmek için de borç arayışına girdi. Yakın dost ve akrabalarına gitti; ama kimsede para yoktu. Çok üzülmüştü. Çaresiz bir şekilde evine doğru giderken yolda istemeden iki kişi arasında geçen bir diyaloğa şahit oldu. Şehirde Kifl adında bir kişinin insanlara borç para verdiğini duydu. Hemen onun yanına gitmeye karar verdi.
Kifl kapıda kadını görünce çok beğendi. Onu elde etmek istedi. Kadın, Kifl’den karşılığını ödemek şartıyla borç para istedi. Kifl, kadının dul olduğunu da anlayınca ona ahlaksız bir teklifte bulundu. Kendisiyle beraber olması şartıyla vereceği parayı istemeyeceğini söyledi. Bu teklifi kadın şiddetle reddetti. Çok üzülmüştü. En çok da kendisine böylesi tekliflerin gelmesinden korkuyordu. “Allah’ım bana yardım et.” diye dua etti.
Aradan birkaç gün daha geçmişti. Evde hiçbir şey kalmamıştı. Çocuklar açlıktan ağlıyordu. Onların ağlamasına kendisi de katılıyordu. Çaresizliğe, insanların ilgisizliği de eklenince kendisini Kifl’e teslim etmeye mecbur hissetti. Bu sırada da “Allah’ım! N’olursun beni affet. Bir daha böyle bir günah işlemeyeceğim.” diye dua ediyordu.
Kadın, Kifl’in yanına gitti. Kifl’in yüzü gülüyordu. Ancak kadın bir yandan ağlıyor, bir yandan da titriyordu. Kifl, kadına bu halinin sebebini sordu. Kadın,
- Buraya kendi isteğimle gelmedim. Daha önce böyle bir günah işlemedim. Onun için Allah’tan çok utanıyorum ve korkuyorum. Beni bu günaha sürükleyen fakirliğimdir, dedi. Kifl, duyduklarına çok şaşırmıştı. O kaskatı kalbi bir anda yumuşayıverdi. İçini pişmanlık duyguları sarmıştı.
O sırada ağzından şu ifadeler döküldü:
ALLAH’TAN UTANMAYA SENDEN DAHA LAYIĞIM!
- Sen fakirliğin sebebiyle mecbur kaldığın bir günah işliyor ve bundan dolayı ağlıyorsun. Halbuki Allah bana bu kadar servet vermişken, ben günah işlemekten çekinmiyorum. Ben, Allah’tan utanmaya ve korkmaya senden daha layığım.
Kifl, pişmanlık hisleri içinde, yapacağı kötü işten vazgeçti. Kalbine apayrı bir huzur ve mutluluk geldi. Kadına bir miktar para verip onu gönderdi. Kadıncağız, sevinç ve kendisini harama girmekten koruyan Rabb’ine şükür içinde evine döndü.
Kifl, artık eski Kifl değildi. O güne kadar yapmış olduğu bütün günahlar için tevbe ediyordu. O gün sabaha kadar Rabb’ine dua dua yalvardı ve affını diledi. O gece Kifl’in ecel vaktiydi. O hal üzere ruhunu Rahman’a teslim eyledi.
Sabah olmuştu. Kifl’in evinden çıkmadığını gören yakınları kapıyı açtıklarında Kifl’i ölü olarak buldular. Bu sırada kapısında herkesin okuyabileceği şekilde şöyle bir yazı vardı: “Allah, Kifl’in günahlarını affetti.”
Halk, bu duruma şaşırdı kaldı. Allah, Kifl’in affedilmesine sebep olan bu olayı, o dönemin peygamberine vahiy yoluyla bildirdi. Böylece herkesin şaşkınlığı gitti ve insanlar bundan ders aldılar.
ankhaber
28.12.2006 - {1} -
Kur’an ne demektir?
Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın Cebrâil (as) vâsıtasıyla Efendimiz’e toplam 23 senede Arapça olarak indirdiği, bize kadar ilk nâzil olduğu şekilde tevâtürle, yani yalan söylemeleri mümkün olmayan üstün vasıflı insanların ortak rivayetleriyle gelen ve mushaflarda yazılı olup, okunması ile ibâdet edilen, hiçbir kimsenin bir benzerini getiremediği ve getiremeyeceği son ilâhî kitaptır.
Sûre nedir?
Kur’an’ın ayrıldığı 114 bölümden her birine sûre denir. Kur’an-ı Kerim, Fatiha sûresiyle başlar, Nas sûresiyle son bulur. Ayrıca Mekke döneminde inen sûrelere Mekkî, Medine döneminde inen sûrelere ise Medenî sûreler denilir.
Vahiy kâtipliği nedir?
Vahiyleri yazıya geçiren, Efendimiz’in devamlı yanında bulunan kişilere vahiy kâtibi denir. Sayıları 42’ye kadar yükselen kâtiplerden bazıları şunlardır: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Zeyd b. Sabit.
Hafız nedir?
Kur’an’ın tamamını ezberleyen kimselere hâfız denir.
Hatim nedir?
Hatim, mühürlemek, sona erdirmek ve bitirmek anlamlarına gelmektedir. Terim olarak ise Kur’an’ı sonuna kadar okuyup bitirmek demektir. Bir kimsenin Kur’an-ı Kerim’i hatmetmesi demek, Kur’an’daki 114 sûrenin tamamını okuyup bitirmesi demektir. Hatim, Kur’an’ı yüzünden okumak suretiyle yapılabileceği gibi ezberden okunarak da yapılabilir.
“Mukâbele” nedir?
Ramazanlarda Efendimiz, Cebrail (as) ile o zamana kadar mevcut vahiy metinlerini karşılıklı okuyorlardı. Efendimiz, son Ramazan’ında ise Cebrail’le (as) Kur’an’ı iki defa mukâbele ettiklerini bildirdi. O zamandan beri Ramazan aylarında Kur’an mukâbele halinde (karşılıklı) olarak okunmaktadır.
Kaç senede nâzil oldu?
Miladi 610 senesinde inmeye başlayan Kur’an, yaklaşık 23 yıl sonra Miladi 632 senesinde inen Maide Sûresi’nin üçüncü ayeti olan, “Bugün sizin dininizi kemale erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım.” ayet-i kerimesi ile tamamlandı.
Kitap haline getirilmesi
Kur’an, Efendimiz’in (sas) sağlığında kitap haline getirilemedi. Hz. Ebu Bekir bu iş için vahiy katiplerinden hâfız Hz. Zeyd bin Sabit’i görevlendirdi. Miladi 633 yılında Kur’an yazılı bir kitap haline getirildi. Hz. Osman zamanında da çoğaltıldı.
Kur’an dinliyor muyuz?
Kur’an’ı okumak kadar dinlemek de önemlidir. Kur’an-ı Kerim’i hem okuma hem de dinleme mevzuunda değişik seviyeler, farklı duyuş ve hissedişler vardır. Hak rızasına ulaştıracak bir okumada, okuyan insan her şeyi nazarından silip sadece Allah’a müteveccih olmalı; dinleyenler de, ses ve nağme kime ait olursa olsun, Kur’an’ın kendisini, İlahi kelamın mana ve muhtevasını dinlemeye çalışmalıdır. Okunan, Allah’ın kelamıdır; onu ruhanîler de dinler, melekler de. Kur’an’ı istenen seviyede dinleyebilmek için de, okuyan kim olursa olsun, önce onu zihnen ortadan kaldırmak ve tamamıyla okunan ayetlere, Allah’ın kelamına yönelmek gerekir.
Latin harfleriyle olsa olmaz mı?
Sadece Arapçasını öğrenene kadar okunuşu Latin harfleriyle yazılmış olanı okumakta çok mahzur görülmese de bir müslümana yakışan orijinalini öğrenmektir. Çünkü dünyadaki birçok dilde olduğu gibi Arapçada da sesi birbirine benzeyen bazı harfler vardır. Bunlar doğru telaffuz edilmediğinde anlam değişmekte, hatta bazı durumlarda kişinin dindeki konumunu bile zora sokmaktadır. Bu açıdan Cenab-ı Hakk’ın hoşnut olacağı şey orijinalini öğrenmektir. Zaten en fazla bir hafta sürecek ve ahirette bizim yoldaşımız olacak bir eğitimi gözümüzde büyütmenin pek fazla anlamı yoktur.
Kur’an her derde şifadır
Arş-ı azamdan gelen Kur’an’ın mübarek ilahi hitabı o kadar feyizlidir ki bir Asâ-yı Mûsa (as) gibi vurulduğu yerden oluk oluk nur, oluk oluk hidayet fışkırmaktadır. Tarihte hangi toplumda, hangi insanda bir meziyet bir kabiliyet bir zindelik varsa hep Kur’anî’dir. Hep onun apaçık dehlizlerden ulaşan ışığıdır, nurudur.
Cehaletin son noktasına ulaşmış bedevileri aleme muallim kılan, çocuklarını diri diri toprağa gömenleri bir şefkat abidesi eyleyen, söz sultanı olduklarını iddia edenleri kapıkulu yapan, kendi elleriyle yapıp ardından taptıkları putlardan onları halas eden yine Kur’an’dır. O sadece Arabistan’daki çöllere hayat vermekle kalmamış tüm alemi bir Nil-i mübarek gibi ihya etmiş. O çöldeki bir serap olmamış. Görenleri, duyanları yanına koşturan berrak bir ırmak gibi kaynağı Mekke’den tüm dünyayı dolaşmış.
İslamiyet’i insanların ruhuna, hissiyatına, düşüncesine nakış nakış işleyen bir Nur-u ezelidir. Onu dinleyelim! O nur ile nurlanalım.
Kur’an öğrenmemiz şart mı?
Kur’an, bizi cennete ulaştırıp, cehennemden koruyan merhamet ve şefkat dolu bir kitaptır. Asla zatını kavrayamayacağımız ama isim ve sıfatların tecellilerini kâinatta mutlaka bulmamız gereken Yüce Allah’ımızın bizi muhatap kabul edip bir mektup göndermesi eşsiz bir güzelliktir. Kur’an’ı okurken, insan bir nokta gelir ki, Cenab-ı Hak’la konuşur gibi olur. Ayetler bizzat ona ait olduğu için ağızdan çıkan her kelime O’nun emir, müjde ve yasaklarının yeniden canlanmasına vesile olur. Her bir kelimeye karşılık olarak yaratılan güzel ruhlar ve melekler hadislerin ifadesiyle kıyamete kadar o güzel kelimeyi zikreder ve sahibine sürekli sevap yazılır. “Şart mı?” sorusunu daha rahat anlayabilmek için şöyle de sormak mümkün: “Gurbettesiniz ve annenizden size mektup gelmiş. Okumanız şart mı?” “Bir sınava hazırlanıyorsunuz ve birisi size o sınavla ilgili en önemli kaynak kitabı göndermiş. ‘Canım başkası okusun!’ der misiniz?”
Âlemlerin Rabb’i olan Allah, bir lütuf eseri olarak kullarıyla konuşmuş ve onlara kitaplar göndermiş. O da yetmemiş izah etmesi ve yaşantısıyla da bire bir örnek olması için peygamberler göndermiş. Bazı vaatlerde ve uyarılarda bulunmuş, tâ ki insanoğlu imtihanını başarıyla verebilsin. Kekeleyerek, “çat pat” da olsa Kur’an okumaktan vaz geçmeyelim.
Kur’an’ın kalbi: Ayetü’l-Kürsî
Bakara Suresi’nin 255. ayeti, ayette geçen kürsî tabirinden dolayı bu ismi almıştır. Kur’an-ı Kerim’in bütünü içinde ayrı bir fazîleti olan bu ayet hakkında Resulullah’tan bazı hadisler nakledilmiştir. Muhammed b. İsâdan nakledildiğine göre İbnü’l-Aska’ şöyle der: “Adamın biri Hz. Peygamber’e gelip Kur’an’ın en faziletli ayeti hangisidir?” diye sordu. Resulullah (sas) şöyle buyurdu: “Âllâh’u lâ ilâhe illâ huve’l-Hayyu’l-Kayyûm...” (Müslim, Müsafirîn, 258). Başka bir hadiste de: “Kur’an’ın en faziletli ayeti Bakara Suresi’ndeki Âyetü’l-Kürsî’dir. Bu ayet bir evde okunduğu zaman Şeytan oradan uzaklaşır.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’an, 2) Resulullah (sas) bir defa Kab’ın oğlu Ubey’e, ezberinde olan ayetlerden hangisinin daha yüce olduğunu sormuş, “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” cevabını alınca, soruyu tekrar etmiş, bunun üzerine Ubey, bildiği en yüce ayetin “Âllâh’u lâ ilâhe illâ huve’l-Hayyu’l-Kayyûm...” olduğunu söylemiştir. Resulullah (sas) aldığı cevaptan memnun olarak Ubey’in göğsüne vurarak “Ey Ebû Münzir! İlim sana kutlu olsun.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Vitr, 17) Ayrıca Hz. Peygamber (sas) “Âyetü’l-Kürsî Kur’an âyetlerinin şahıdır.” buyurmuştur. (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’an, 2)
Bu ayet-i kerîmede Cenâb-ı Allah’ın yüceliği, sıfatları, kâinatta meydana gelen büyük olayların tamamen O’nun iradesi doğrultusunda vukû bulduğu, O’nun isteği ve izni olmadan hiçbir kimsenin başkasına şefaat edemeyeceği anlatılmaktadır.
11.7.2006 - {0} -
Kıyamet Günü Sorulacak Sorular
Kıyamet günü sorulacak sorular
İnsanlar, kıyamet gününde, dünyada yaptıkları her işten hesaba çekilirler. Burada sayılan beş şey, hesap esnasında sorulacak olanların en önemlileridir. Yoksa, sadece bunlardan sorumlu tutulup başka şeylerden sorumlu olmayacakları düşünülemez. Fakat sayılanlar dışında kalan hususlar, bunların detayları, şubeleri kabul edilebilir. İnsanın hayatı kendisine Allah'ın bir emanetidir; bu emanete hıyanet etmemesi gerekir. Bir insan, hayatını Allah'ın emirleri ve yasakları doğrultusunda geçirirse, emanete hıyanet etmemiş olur.
İslami anlayışa göre ilim, insana doğruyu ve yanlışı gösterir. Bilen kimse, öncelikle bilgisini hareketlerine hakim kılar ve ona göre davranışlar ortaya koyar. Böylece başkalarına örnek oluşunun yanında, insanları bilgilendirme sorumluluğunu da taşır. Herkes, kıyamet gününde, Allah huzurunda, bildiği kadarıyla vazifesini yapıp yapmadığından, ilmini hayatına uygulayıp uygulamadığından hesaba çekilecektir.
İslam dini, insanın mal kazanması ve zengin olmasını teşvik eder. Çalışıp çabalamayı, elinin emeğiyle geçinmeyi ve başkasına muhtaç duruma düşmemeyi tavsiye eder. Bütün bu konularda koyduğu tek prensip, malı ve mülkü helal yollardan kazanmak, haram yollara sapmamak ve malın hakkını vermektir. Fakat sadece meşru yollardan kazanmakla iş bitmemekte, kazancın nereye ve nasıl sarf edildiğinin de bilinci içinde olunması gerekmektedir. Bunlar yerine getirildiği takdirde, kişinin Allah huzurunda hesap verebilmek için üzerine düşen asgarî şartlara uyduğu söylenebilir; istenilen de bundan ibarettir.
İnsana verilen nimetlerin en kıymetlilerinden biri de sağlık ve sıhhattir. Çok kere bir nimeti kaybetmeden onun kıymetini bilemeyiz. Hasta olmadan önce sağlığın kıymetini bilemeyişimiz de bunun önemli örneklerinden biridir. Vücut ve ruh sağlığına sahip olmak, her şeyden önce gelir. Bunları korumak için bütün tedbirleri almak, en başta gelen sorumluluklarımız arasındadır. Zira kıyamet gününde, vücudumuzu koruyup korumadığımızdan da hesaba çekileceğiz.
* Ebu Berze Nadle İbni Ubeyd el-Eslemî (radıyallahu anh')den rivayet edildiğine göre, Resülullah (sas) şöyle buyurdu:
"Hiçbir kul, kıyamet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz." (Tirmizî, Kıyamet 1)